Prof.Dr. Ali Özden’in 2014 yılında Güncel Gastroenteroloji dergisinde yayınlanan “Evrimde Devrimde Değişimin, Gelişmenin Yoludur” başlıklı makalesinin ikinci kısmıdır;
Bugün Amerika Birleşik Devletleri’nde devlete ait olup 4 yıllık eğitim veren 629 üniversiter kurum vardır. Bu kurumlarda 6.837.605 üniversite öğrencisi eğitim görmektedir. 4 yıllık eğitim veren 1.845 özel üniversiter kurumda ise 4.161.815 öğrenciye eğitim verilmektedir. Bu özel üniversiteler genellikle vakıflara aittir. ABD’de 4 yıllık eğitim veren toplam 2.474 üniversiter kurum vardır (2013). Bu sayı hızla artmaktadır. Liseden sonra iki yıllık eğitim (ön lisans) veren devlet okulu 1.070 olup 6.184.229 öğrenci okurken, özel 596 okulda ise 303.826 öğrenci öğrenim görmektedir. Amerika Birleşik Devletleri’nde 2013 itibariyle üniversite ve yüksekokullarda yaklaşık 17.487.475 öğrenci bulunmaktadır. Yükseköğrenimin ne denli önemli bir sektör olduğu görülmektedir. Bu sistemi ayakta tutmak için de hükümet elinden geleni yapmakta ve desteklemektedir. Amerika’nın eğitim konusunda nedenli başarılı olduğunu tüm dünya takdir etmektedir. Bu nedenle de insanlar özellikle üniversite eğitimini orada yapmak istemektedir. Bunun dışında araştırma yapmak isteyen ya da doktora, master yapmak isteyenler de Amerika’yı tercih etmektedirler.
Amerika’da eğitim görme arzusu ve tercihi tüm dünyada gün geçtikçe artmaktadır. 2012-2013 itibariyle Amerika’daki yabancı öğrenci sayısı 819.644’dür. Türkiye, Amerika’ya öğrenci gönderen ülkeler arasında 11.278 öğrenci ile 10. sırada yer almaktadır (buna karşın Avrupa’da birinci sıradayız). Bizim öğrencilerimizin %29,3’ü lisans eğitimi alırken %52,8’i (5.954) üst lisans, araştırma vs. yapmaktadır. Kalanları ise uygulamalı çalışma eğitimi vs. almaktadır. Ülkemizde hem orta eğitimde hem de yüksek eğitimde sorun olduğu açıkça belli iken batı standartlarını yakalamak için hiçbir çaba gösterilmemektedir.
2011-2012 USA’daki Yabancı Öğrenci Sayısı (764.495) | ||
Ülke | Sayı | % |
Çin | 194.029 | 25,4 |
Hindistan | 100.270 | 13,1 |
Güney Kore | 72.295 | 9,5 |
Suudi Arabistan | 34.139 | 4,5 |
Kanada | 26.821 | 3,5 |
Tayvan | 23.250 | 3,0 |
Japonya | 19.966 | 2,6 |
Meksika | 13.893 | 1,8 |
Türkiye | 11.973 | 1,6 |
Diğer ülkeler | 252.287 | 33,0 |
Tüm zamanlarda ülkemizin en önemli sorunu eğitim olmuştur. Bu sorun giderek kötüleşmiş şekilde devam etmektedir. Eğitimde belirleyici bilim olmadığından, eğitim yaşama dönük olmadığından, eğitim, çağcıl dinamik bir yapıya sahip olmadığından dünyada yapılan değerlendirmelerde hep en sonda yer almaktayız. Eğitimde bir türlü akılcı bir sistem kuramadığımızdan işler baştan savma bir tarzda gitmektedir. Bu nedenle insanımız, en kıymetlisi olan zamanını eğitim sürecinde boşa harcamaktadır. 2012-2013 verilerine göre ülkemizde 100’ü devlete, 67’si vakıflara (7’si Meslek Yüksek Okulu) ait üniversite vardır. Bunların dışında askeri-polis akademileri vs. mevcuttur. Sonuç olarak 177 üniversite ve yüksekokul vardır. Bu yapılanmalarda 1.063 fakülte, 245 yüksekokul, 777 meslek yüksekokulu vardır. Türkiye’deki yüksek öğrenimden bazı veriler;
- 4 yıllık lisans eğitimi (Açık öğretim görenler
dâhil) gören 3.148.860 öğrenci
- Açık öğretim hariç 1.641.933
- Açık öğretim alan 1.506.887 öğrenci 4 yıllık
eğitim görmektdir.
- Lisans+Önlisans; 4.676.566 öğrenci (%33’ü
4 yıllık tam eğitim almaktadır).
- Liseden sonra eğitim gören toplam öğrenci
sayısı 4.975.690
- 1.641.933 4 yıllık tam gün eğitim
- 1.506.887 4 yıllık açık öğretim
- 1.527.706 Ön lisans (2 yıl)
- 20.183 Tıpta uzmanlık vs.
- 218.630 Üst lisans (Doktora, master vs.)
- Açık öğretim (Lisans+Önlisans) 2.256.852
- Kapalı öğretim (Lisans+Önlisans) 2.718.838
Rakamsal veriler değerlendirilecek olursa yanlışın fiziksel alt yapıdan, insan gücünün yeterince donanımlı olmamasından, bilimsel değerlendirme temelli bir sistemin kurulamamasından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Özgürlüğün olmadığı, araştırma koşullarının, yaşam koşullarının ve ekonomik imkânların da uygun olmadığı bir ortamda çağdaş bir üniversite yaratılamaz. Ayrıca üniversiteyi canlı bir sistem olarak ele almak gerekir, çevre koşullarının da üniversiteye uygun olması gerekir. Amerika Birleşik Devletleri’nde vakıf üniversitelerinin bilimin öncü gücü olduğu açıkça görülmektedir. Devletin gönüllü kuruluşlara desteği, yarattığı kolaylıklar en üst düzeydedir. Çünkü “her şey Amerika için, her şey bilim için”. Batı toplumlarında gönüllü kuruluşlar toplumun sigortası durumundadır. Her şey onların gözetimindedir. Gönüllü kuruluşlar toplumda görülen bir yanlışta, adaletsizlikte, haksızlıkta, insanlık dışı bir durum karşısında insan haklarının ihlali durumunda duyarlılıkları nedenliyle süratle yanıt verirler. Bu kuruluşlar hem uyanıktır hem de duyarlıdır. Gönüllü kuruluşlar üst düzeyde donanımlı insanlardan oluşan bir güce sahiptir. Bu nedenle gönüllü kuruluşlar batı dünyasında demokratikleşmenin, kalkınmanın, çağdaşlığın, bilgili olmanın dinamosu olmuşlardır. Bizde gönüllü kuruluş kültürü gelişmediğinden Osmanlı’da görülen olumsuzluklar Cumhuriyet döneminde de süregitmektedir.
Gönüllü kuruluşlar başka bir ifadeyle sivil toplum kuruluşları, gönüllü çalışmak isteyen insanların yaşama geçirdiği kuruluşlardır. Bu kuruluşlar para kazanma amaçlı olmadığı gibi gönüllülerine de çıkar sağlayan kuruluşlar değildir. Bu kuruluşlar amaçları doğrultusunda projeler yaparlar ve bu projeleri üyelerinin desteği ile gerçekleştirmeye çalışırlar. Sivil toplum örgütleri ülkemizde dernek, vakıf, oda, sendika vs. adı altında faaliyet göstermektedirler. Ülkemizde 90.000’e yakın dernek vardır. Bu derneklerin yaklaşık 8 milyon üyesi olup bu üyelerden yaklaşık 1,4 milyonu kadın iken, 6,6 milyonu erkektir. Derneklerimizin yaşadığı başarısızlıkların nereden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Kadınların meydanı erkeklere bırakmayarak aydınlığın yolunu açmaları gerekir. Türkiye’de yaklaşık 800 kişiye bir dernek düşerken Avrupa’da (Almanya, Fransa) 40 kişiye bir dernek düşmektedir. Amerika’da 1.200.000 (bir milyon iki yüz bin), Fransa’da 1.470.000 (Bir milyon dört yüz yetmiş), Almanya’da 2.100.000 (iki milyon yüz bin) dernek vardır.
Çıkar sağlamayan (“Non-profit”) organizasyonlar Batı dünyasında yaşamın en önemli parçasıdır. Bu nedenle çocukluk çağında başlayan bir gönüllü olma kültürü oluşmuştur. Bizde derneklerin çoğu cami yaptırma ya da dini çevrelerin yardım toplama dernekleridir. Bazı toplum kesimlerinin dini kullanarak oluşturdukları gönüllü kuruluşları kullanarak siyasette veya bürokraside bir yere gelmeye çalışmakta olduğu görülmektedir. Yaşanan bu etik dışı yaklaşım gönüllü kuruluşların toplum vicdanında olumsuz bir yer almasına yol açmıştır. Maalesef bilimsel amaçlı dernek ve vakıfların sayısının az olmasının nedeni bilimden yana tavır koyamamaktan kaynaklanmaktadır. Ülkemizde 5.000’e yakın vakıf vardır. Bunları 554’ü kamu vakfıdır. Vergi muafiyeti olan vakıf sayısı ise 255’dir. Bizdeki mal varlığı zengin olan güçlü vakıflar genellikle devlete yakın olanların yönetimindeki vakıflardır. Ayrıca oldukça güçlü aile vakıfları da vardır. Özel sektör vakıfları ise çoğunlukla özel sektörün arka bahçesinde olan ve özel sektörce desteklenen vakıflardır. Özel vakıfların da özgür ve bağımsız hale getirilmesi gerekir. Son yıllarda devlete yakın vakıflar kurarak devletin gücünden yararlanmak isteyen çağdışı grupların ortaya çıktığı görülmektedir. Dinci vakıflar ise güçleriyle devlet içinde devlet olmuşlar, hatta devletin şeklini şemalini değiştirecek güce ulaşmışlardır. Devlet kurumlarının vakıf kurması yanlıştır. Devlet işine baksın, gönüllüler de gönüllü kuruluşa gitsin. Devlet bilim yolunda olan vakıfların kurulmasına ve gelişmesine katkıda bulunmalıdır. Devletin imkânları yanlış yerlere yönlendirilmemelidir. Özellikle devlet-dini vakıflar ilişkisi ve yaşanan olumsuzluklar halkın dini çevrelerden soğumasına neden olmaktadır. Bu ülkede din bireyin özelinde özgürce yaşanmalıdır. Dayatmalarla ve zorlamalarla din yaşanmaz. Dinimizi küçük düşürücü hareketlerin kaynağı olan o kesimler dikkatli olmalıdır. Devlet kendi kurumları yanı sıra vatandaşlarını da korumalıdır. Din de, siyaset de dernek ve vakıflara el atmıştır. Gönüllü kuruluş felsefesini bir türlü anlayıp kavrayamadıkları için iyi niyetli insanları sömürüp, kullanıyorlar. Araştırma, geliştirme ve eğitim amaçlı vakıf ve dernekler azdır çünkü söz konusu çağcıl amaçlar için kurulmuş gönüllü kuruluşlar hala sakıncalı görülmektedir. Diğer taraftan devlet ve özel sektöre yakın insanlar son zamanlarda baskı grupları oluşturarak elde ettikleri maddi imkânlarla din eğitimi ve yardım amaçlı vakıflar kurarak siyasetçilerin kullanımına sunmaktadırlar. Böylece bu oluşumlar siyaseti yönlendirme merkezleri haline gelmektedir.
Amerika Birleşik Devletleri’nde olan gönüllü kuruluşların kuruluş amaç ve çalışma sistemi öğrenilirse ülkemizde de gönüllü kuruluş konusunda bir yeni anlayış ve yeniden varoluş yaşanabilir. Amerika okur, yazar, düşünen, duyarlı, özgür, iyi eğitilmiş insanların yarattığı bir ülkedir. Amerika özgürce yaşamak ve inançlarını istediği gibi yaşamak isteyen Protestanların yarattığı bir ülkedir. Bir toplumu yaratan da, ayakta tutan da bilime tutkulu aydınlanmacı insanlardır. Bu nedenle hepimiz kendimize bakıp kendimize çekidüzen vermeliyiz.
- Amerika’daki vakıfların çoğu bilginin arttırılmasını ve yayılmasını amaçlar. Amerika’da bilgi paylaşılır, saklanmaz. Bazı ülkelerde ise bilgiden korkulur bu nedenle bilgi saklanır. Bilgilenmeyen toplumlar çağdışı kalmaya mahkûmdur.
- Amerikan vakıfları; ihtiyaç sahibi insanların kilise ve benzeri dini kurumlara esir kalmaması için yardım amaçlıdır.
- Amerika’daki vakıfların çoğu bizim vakıfların aksine; araştırma, eğitim, sağlık, çevrecilik vs. konularında bir şeyler ortaya koymayı amaçlamışlardır. Amerika’daki vakıflar amaçlarına göre şöyle sınıflandırılabilir;
- Araştırma vakıfları (General Research Foundations)
- Özel gayeli vakıflar (Special Purpose Foundations)
- Aile vakıfları (Family or Personal Foundations)
- Yöresel nitelikli vakıflar (Public Foundation-Community Trusts)
- Devlet vakıfları (Govermental Foundations-bilim-araştırma vakıfları)
- Şirket vakıfları (Corporation Foundations)
Amerika Birleşik Devletlerinde 1960’lı yıllarda 6-10 bin vakıf varken bugün yüzbinlere ulaşmış ve her geçen gün de hızla artmaktadır. Amerika’yı Amerika yapan beyin gücüdür. Bu gücü yaratan üniversiteler ve vakıflardır. Bu beyin fabrikaları (“Brain Factory”) olmasa (Harvard ve diğer üniversiteler) Amerika’da ne demokrasi, ne özgürlük, ne de bilim olur. Biz üniversitelimizin dini, siyasi güçlerin ilgi alanı haline gelmesine izin vermemeliyiz. Tüm toplumumuz, yani 75 (2014 yılı) milyon yanlışa doğru dese yanlış doğru olmaz. Yanlış yanlıştır, kendimizi aldatarak bir yere varmamız mümkün değildir. Amerika Birleşik Devletleri’nde 2012 verilerine göre 948.769 kamu yararına dernek, 96.655 özel vakıf (Private Foundations), 364.006 muhtelif gönüllü kuruluş (Public Foundation vs.) bulunmaktadır. Böylece toplam 1.409.430 “Non-Profit Organization” vardır. Amerika’da toplumun %25’i bu “Non-Profit” organizasyonlarda faaliyet göstermektedir. Bu bize Amerika’da gönüllü kuruluşlarda çalışmanın yaşamın bir parçası olduğunu göstermektedir. 2008 tarihli bir veri Amerika’da vakıf olayının inanılmaz bir hızla geliştiğini açıkça ortaya koymaktadır. Amerika’daki özel vakıf sayısı 115.340 olarak bildirilmiştir. Bunun 110.099’u “Grant making foundation”dir. Yani kaynak yaratarak çeşitli projeleri desteklemektedir. 5.241’i ise “Operating foundation” dir. Bunlar vakfın amaçları doğrultusunda proje yaparak gerçekleştirirler. Bazı vakıflar ise hem projelere destek verirler hem de kendileri proje yaparak gerçekleştirirler. 2011 “Aggregate Fiscal Data of Foundation in US” verilerine göre ise Amerika’daki vakıflar;
“Independent” | tip | 73.764 |
“Operating” | tip | 4.574 |
“Corporate” | tip | 2.689 |
“Community,Public” | tip | 750 |
olmak üzere toplam 81.777 olarak bildirilmiştir…
Bu veriler bize araştırma, eğitim, çevre, demokrasi, sanat, müzik vs. konularında vakıfların bizim ülkemizde de açılmasının şart olduğunu ortaya koymaktadır. Ama olmazsa olmazlarımız; toplumu aydınlatacak, araştırma, eğitim, medya alanlarında vakıflar kurmalıyız.
Şimdi gelelim bizim vakıf deneyimimize;
İyi niyetlerle yola çıktık ama nihayet yolda kaldık. Bu nedenle yapabildiklerimizi ve yapamadıklarımızı size aktarmayı bir görev biliyorum. Dünyanın en zor işlerinden biri de bizim gibi ülkelerde bir gönüllü kuruluşu kurmak ve ayakta tutmaktır. Lafla, dedikodu ile hiçbir şey yaşama geçmiyor. Şayet kolay olsaydı bu ülkede birçok vakıf ve dernek kapanmazdı, ülke de bu hale düşmezdi. Çünkü bizde devlet destek olmuyor, yıkıcılar da devreye girince vakıflar da kapılarını kapatıyor. Açık olanların çoğu da zaten dini eğitim ve cami vs. yaptırmak için kurulmuştur. Vakıfların başarılı olması için vakıf çalışanlarının profesyonel, dürüst, hümanist, sosyal görüşlü, ülkesini seven insanlar olması gerekir. Vakıf kurmak bizim gibi sürekli devrimden (gelişmeden, yeniliklerden ve aydınlanmadan) yana olanlar için çok mu çok zor bir iş, kurduktan sonra ayakta tutmak ise daha da zor bir iştir. Biz bu işlere bizim çektiklerimizi yeni kuşaklar çekmesin, üzülmesinler diye girdik. Ama olmuyor, genç kuşak öncelikle kendini düşünmek durumunda, çünkü hekimlerin çalışma koşulları ve ekonomik durumları kötüleşirken saygınlıkları da gittikçe azalmaktadır. Bu nedenle onlar her şeyin kendileri için imkanlı, toplum için olanların da imkansız olduğunu düşündüklerinden gönüllü işlerden uzak durmayı ya da raylar döşendikten sonra trene binmeyi daha uygun görmektedirler. Sonuçta gönüllü işleri kendileri yapmayınca ya da yapamayınca, yapanlara ve yapılanlara ya muhalif oluyorlar, ya da görmezden geliyorlar…
Bizi vakıf kurmaya 1990’lı yılların başlarındaki sıkıntılar zorlamıştır. Biz dernek işlerine girdiğimiz zaman yapılacak iş çok, imkânlar ise hiç yoktu. Derneğin eli kolu da yasalar nedeniyle bağlandığı için hareket kabiliyeti yoktu. Aylarca süren bir çalışmadan sonra Türk Gastroenteroloji Vakfı hayata geçirildi (1996). Amacımız öncelikle Ulusal Gastroenteroloji Kongrelerini organize ederek katılımcı sayısını arttırmak ve kongrenin bilimsel seviyesini yükseltmekti. Kurulacak vakıf şirketinin de derneğin dergisi “Turkish Journal of Gastroenterology”nin (TJG) muntazam olarak çıkarılma işini üstlenmesi düşünüldü. Kongre katılım ücretleri, stant ücretleri, konaklama ücretleri düşük tutularak hem ilaç sektörüne destek olundu hem de amaçlanan hedeflere ulaşıldı. Katılımcı sayısı 1600’lere kadar çıktı. Bizim kongre düzenlemekteki yaklaşımımız ülkede bir devrim yarattı, tıp alanında çalışan tüm dernekler bizi örnek aldı. TJG’nin de Index-Medicus’a üye olması konusunda TGV elinden geleni yapmış, o dönemdeki zorlukları PTT’den özel hat kiralayarak ve kendi “server” sistemini kurarak aşmış ve dergiyi internete taşımıştır. Bu işler lafla, havanda su dövmekle yapılacak işler olsaydı biz zaten bu işe girişmezdik. İnternet ortamında yayınlanan bir derginin Pub-Med ve Science-Citation Index’e girmesi o zaman işleri daha da kolaylaştırıyordu.
Devletin desteği olmadan devletin bile yapamadığı işleri yapmak çok zor. Ülkemizde sırtını veya elini devlete ya da özel sektöre dayamış vakıfların hareket kabiliyeti daha yüksektir. Biz ise her şeyi tırnaklarımızla, alın teri, göz nuru, kalem gücüyle, beyin gücüyle yapmak zorundayız. O dönemde (1995-97) Türk Gastroenteroloji Derneği başkanı olduğum için vâkfın kurulma ve çalıştırılması işini başka arkadaşların yapmasının daha uygun olduğunu düşünerek ekteki mektubu (alttaki resim) o zamanki tüm üyelerimize gönderdik. Vakıf çalışmaları için Burhan Kayhan, Kadir Bahar, Sedat Boyacıoğlu, Selahattin Ünal görevlendirildi ve bu mektupla duyuruldu. Aylar geçtiği halde her hangi bir hareket izlenmediği için harekete geçtik. Kaynak yaratarak ayrıca üyelerimizin de desteği ile gerekli tüm işlem ve sorumluluklar yerine getirilerek çalışmalar başarı ile tamamlandı. Türk Gastroenteroloji Vakfı (TGV) 11.04.1996 gün ve E:1996/20 K:1996/218 sayılı mahkeme kararı ile tescil edildi ve 2 Mayıs 1996’da da Resmi Gazetede ilan edildi. 3.7.1996 günü geçici yönetimin yerine yeni yönetim kurulu seçimi yapıldı; Burhan Şahin (Başkan), Selahattin Ünal (İkinci Başkan), Bülent Sivri (G. Sekreter), Kadir Bahar (Sayman, Ali Özden (Üye). Yönetimdeki arkadaşlardan bir hareket çıkmayınca, yaprak ta kımıldamayınca “Ne oluyor?” dedim, bir arkadaş istifa etti. Durumdan vazife çıkararak arkadaşların da desteği ile alacakaranlıkta yola çıktık. O dönemde iş benim üstüme yıkılsa da, ihale edilse de arkadaşlar tam desteklerini vermişlerdir.
Ama benim tükenmeyen hayallerim onları korkuttu. Bana “ne beklentin var” diye soranlar da oldu, ben de “devrimcinin tek beklentisi vardır, o da insanlığın hayallerinin gerçek olmasıdır” diye cevapladım. Gönüllü kuruluşlar para kazanma amaçlı örgütler değildir. Kaynak elde etmek İçin ne ilaç firmalarını, ne şirketleri ne devleti, ne belediyeleri, ne de müteahhitleri tehdit eden ya da onlara baskı yapan kuruluşlar asla değildir.
Türkiye’deki gönüllü kuruluşların kaynak yaratmak için uyguladıkları yöntemler gerçekten etik dışıdır. Hekim-ilaç firması, dernek-vakıf-ilaç firması ilişkileri gerçekten felakettir. Biz yıllardır bu alanda etik nasıl çalışılır onu öğretmeye çalışıyoruz. Biz zaten TGV’yi üç önemli hizmet için kurmuştuk;
- Ulusal Gastroenteroloji Kongresini etik bir şekilde yapmak. Katılımcıya tüm olanakların sunulması ve ilaç firmalarına her türlü kolaylığın gösterilmesi.
- Katılımcı sayısını arttırmak.
- TJG dergisini Pub-Med, Science Citation Index’e taşımak.
Biz bu üç amacımızı da gerçekleştirdik. TGV 17 yıl TJG’yi sırtında taşıdı. Bazıları haklı olarak dernek gitti, TJG gitti, TGV’yi artık kapatma zamanı geldi diyorlar. Bu yaklaşım bilime ters düşer. Gerçekten korkarak, kaçarak bir yere varılamaz. TGV devletin, özel sektörün, başka gönüllü kuruluşların gerçekleştiremediği projeleri gerçekleştirmiştir. Bundan sonra da TGV yeni projeler yapıp bu ülkeye hizmete devam edebilir. Yeni yönetim ve onu izleyen yönetimler kış uykusuna yatarlarsa veya uyutulurlarsa TGV kapanır. Yaptıklarımızın kaynağı bizim inanç ve düşün sistemimizdir. Bizim şimdiye kadar gerçekleştirdiğimiz bazı projeler şunlardır;
1. Genç gastroenterologların bilgi-görgü-becerisini arttırmak ve araştırma yapmalarına fırsat yaratmak için yurt dışı burslar vermek: 18 kişiye ABD bursu, 8 kişiye Avrupa bursu, 6 kişiye Güney Kore bursu, 3 kişiye Japonya bursu verildi.
2. Türkçe konuşan ülkelerden ülkemize gastroenteroloji eğitimi için gelenlerden 8’ine burs verildi. Ayrıca tıp fakültesi öğrencilerine de burs verilmiştir.
3. TGV, TJG’yi 17 yıl sırtında taşıdı. TJG’nin Science Citation Index’e girebilmesi için yapılan ön çalışmalar için milyonlarca lira harcadı. Derginin yayın hayatında kalması için kurulan alt yapıyı yıkmak için, Türk Gastroenteroloji Derneği kararlı olduğundan, dernek dergiyi TGV’den alarak özel bir şirkete vermiştir. Onların amacı TJG’yi yaratan TGV’yi yok etmektir. Bunu açıkça ifade etmekten çekinmemektedirler. Onlar da kendilerini zamanla daha iyi tanıyacaklardır. Dünyanın en zor işi yoktan yaratmaktır, yıkmak ise en kolay işidir. Bazısı işin kolayını, bazıları da zorunu sever. Bir zamanlar TJG’yi yok etmeye çalışanların şimdi sahiplenmeye çalışmaları çok güzel, TJG artık tehdit altında değildir.
4. TJG, Güncel Gastroenteroloji, Endoskopi, Akademik Gastroenteroloji dergilerini Türkiye’deki tüm tıp fakültesi kütüphanelerine, hekimlere ücretsiz olarak ulaştırdık. Devletin bugüne dek bu konuda 5 kuruş desteği olmamıştır. Bizim amacımız bilimin gelişmesi, bilginin paylaşılması, yayılması olduğundan çabalarımıza destek olunmamıştır.
5. TGV’nin yaptığı kongre ve toplantılarda tek amacı; katılımı ve bilimsel düzeyi en yüksek seviyeye çıkarmak olmuştur.
6. Türkiye’de probiyotik kavramı gündeme getirilerek, konunun hekimlerimiz tarafından kavranması için sayısız toplantı yapılmıştır. Konuyla ilgili olarak TGV iki kitap yayınlayarak konunun gündemde kalmasını sağlamıştır.
“İhanetle devam edersen bugün dünden, yarın da bugünden daha kötü olacaktır. Dünün kiniyle, nefretiyle, bilgileriyle bugünü yönetemezsiniz, bugünü dünün tecrübeleri ve bugünün bilgileriyle yönetebilirsiniz. Bilgi olmadan yönetim, bilim olmadan gelişme, aydınlanma olmaz.” Ali Özden |
Duyuru İçeriğinin özeti; -TGD amaçladığı bütün faaliyetleri gerçekleştirmek için yeterli imkana kavuşmak amacı ile ikinci bir STK (Türk Gastroenteroloji Vakfı) oluşturma ihtiyacındadır. -Vakfın kuruluşunda Burhan Kayhan, Kadir Bahar, Sedat Boyacıoğlu, Selahattin Ünal ve Çağlar Baysal görev almıştır. -*Vakıf bütün gastroenteroloji uzmanlarının üyeliğine açıktır. Üyelik ücreti 10.000TL (Nisan 1996; 135 USD) olup 3 taksitte ödenebilir. -Bu vakıf TGD için bir kardeş kuruluştur ve özellikle TGD faaliyetleri için gelir sağlamak amacını taşımaktadır. *TGV kurulduğunda toplam 10milyon TL (1.350 USD) maddi varlığa sahip idi(1996). |
7. Tam 25 yıldır Helicobacter pylori (Hp) konusunda yaptığımız araştırma sonuçlarını özellikle birinci basamakta çalışan hekimlerimizle ülke genelinde paylaştık. Konuyla ilgili olarak sayısız makale ve kitap yazarak hekimlerin ilgilerini mide hastalıkları üzerine çekmeye çalıştık. Birinci basamakta çalışan hekimlerimizin ayağına giderek güncel bilgileri paylaşmak için bilimsel toplantılar düzenledik. On binlerce hekimimiz güncel bilgilerle donanımlı hale gelerek edindiği bilgilerini mide hastalıkları tedavisinde kullandılar. Dünkü doğruların bugün yanlış olduğunu, bugünkü doğrunun da ne olduğunu kavrayan hekimlerimiz özellikle Hp eradikasyonunda başarılı olmanın yollarını da öğrendiler. Biz Hp konusunda yaptığımız çalışmaları Avustralya’lı Profesör Terr Bolin’e Türkiye’yi ziyareti esnasında (1995) anlattığımız zaman, sizin yaptığınızı Avustralya hükümeti yapamadı dedi.
8. Anadolu’nun ve Trakya’nın her yerinde birinci basamakta çalışan hekimlerimizin bilgilenmesi için yaptığımız bilimsel toplantılar 1996 yılından beri devam etmektedir. Onları ayağımıza çağırmak yerine biz onların ayağına giderek dünyada benzeri olmayan bir projeyi yaşama geçirmenin keyfi ve kıvancı ile ve başarıyla halen sürdürmekteyiz. Bu proje sayesinde hekimlerimiz Dispepsi olgularında Hp eradikasyonu ya pmaları gerektiğini öğrenerek gereğini yapmışlardır. Böylece bu olgularda peptik ülser, MALToma, mide Ca görülme riskini asgariye indirmişlerdir. Güncel Gastroenteroloji toplantıları adı altında gerçekleştirdiğimiz bu toplantıları artık “Gezgin Akademi-Güncel Gastroenteroloji Toplantıları” adıyla yapmaktayız. Bu çabalarla ülkemizde mide hastalıkları önlenebilir ve tedavi edilebilir hale geldi. Bu konudaki farklı yaklaşımların da gündemden düşmesi için ömrümüzü tükettik.
9. TGV’nin en önemli amaçlarından biri de Türk dilinin bilim dili olması için yapılan çalışmaları desteklemektir. Bu nedenle yayımladığı dergilerin yanı sıra tıp kitapları da yayınlanmaktadır. TGV yayınlarını, Türkçe konuşan ülkelere de göndermektedir.
10. Türkçe konuşan ülkelerde tıbbi toplantıları düzenlemenin yanı sıra o ülkelerden eğitim için Türkiye’ye gelen genç hekimlere maddi destek verilmiştir.
11. Türkiye’deki gastroenterologları Türki Cumhuriyetlere götürerek o ülkeleri görmelerine ve o ülkelerle işbirliği yapabilmeleri için mevcut koşulları değerlendirmelerine fırsat yarattık. Türki Cumhuriyetlerdeki bilim adamlarını ülkemize çağırarak bilimsel kongrelere katılımlarını sağladık.
12. Devlete vergi veriyoruz, birçok çalışanımız var, onlara ekmek sağlıyoruz.
13. Bizim yaptıklarımızı izleyerek bir şeyler yapmaya çalışanlara örnek oluyoruz.
Hangi işleri gerçekleştiremedik, neleri yapamadık;
Biz yaptıklarımızla olduğu kadar yapamadıklarımızla da bize karşı tavırlı insanlar yarattık. Ben sürekli devrim ve değişimden yanayım. Bilimde her gün devrim yaşandığı için bayılıyorum. Gelecekte var olmanın yolu bilimden geçmektedir. Gelecekte aşağılanmak istemi yorsan, insan muamelesi görmek istiyorsan bilime inanacaksın ve sürekli gelişimden, devrimden yana olacaksın. Ortaçağ bilgileri ile bugünü algılamak, bugünün sorunlarını çözmek mümkün değildir. Eskiden okuma-yazma bilen çok az olduğundan okuma-yazma bilmeyenlere cahil denirdi. Bu bugün için doğru değildir. Cahil; doğayı anlamakta, algılamakta sıkıntısı olan, dünyamızda olup bitenlerin farkında olmayan, duyarsızlaşmış, aymaz kişidir. Bu cahiller yani çağımızın cahilleri üniversite mezunlarından ve akademisyenlerden çıkmaktadır. Bunlar toplumu uyutan, yalanı doğru gibi algılatan cahillerdir. Siyasetçilerin ve din tacirlerinin üniversitelerde cirit attığı bir ülkede elbette ki bilimin başına her türlü felaket gelir.
Biz yaptığımız tüm çalışmalarda bilimden yana olduğumuzu ortaya koymayı bir görev bildik. Çünkü çağımızın ürettiği bilgilerden habersiz olanlar ya da anlamakta sıkıntısı olanlar bu çağın sorunlarını ortaçağ bilgileriyle çözmeye çalışmaktadırlar. Bu çağın bilgileriyle donanımlı hale gelmemiş insanlar elbetteki cahil değil kara cahildir. Bunlar üniversitelerde ve görsel medyada gün geçtikçe bakteri gibi çoğalmaktadırlar. Medyada millete akıl vermeye soyunan insanların bilimsel değerlendirmeden geçirilmesi gerekir. Yoksa hısım, akraba, dost, komşu canlı medyada akıl hocalığına soyunacaktır. Bilimden teknolojiden habersiz insanların TV’de toplumu yanlış yönlendirdiği açıktır ve bu suçtur. Bilim ürettiği bilgi ile teknolojiyi uçururken teknoloji de bilimin gelişimini uyarmaktadır.
Bu ülkede büyük bir devlet adamımız şöyle dedi; “Müslüman ülkelerde mucit çıkmaz, biz ara eleman yetiştirmeye gayret etmeliyiz” doğru söyledi çünkü özgürleşmemiş ülkelerde eğitim eğitime, okul okula, üniversite üniversiteye benzemez. Özgür olmayan insanlar ülkesi bilime vatan olamaz. Özgürlük yoksa bilim de yoktur. Özgürleşmenin yolu bilimden geçer. Bu nedenle bilimden yana tavır koyanlar tarihi yürüyüşe hazır olmalıdırlar. Bu ülke yaklaşık 70 yıldır karanlık bir dönem yaşamaktadır. Bilimin aydınlığı değil doğmaların karanlığı tercih edilmiştir. Biz neler gördük neler; memur demokrasisi, muhtar demokrasisi, kabzımal demokrasisi, imam demokrasisi, müteahhit demokrasisi, para-pul demokrasisi, çal-çırp demokrasisi, sonra da yıkıcılar, yok ediciler demokrasisi, bunların hepsi bilim karşıtı demokrasilerdir. Her gün demokrasinin bilimin şemsiyesi altında gelişeceğini düşündük.
Bu ülkeyi ayakta tutmaya çalışanlar, bir avuç bilimden yana tavırlı insandır. Bu gemiyi onlar yüzdürmektedir. Yoksa lafla hiçbir şey yapılamaz. Bilimden yana olan bu insanlar olmazsa gemi gün ağarmadan batar. Hak yok, ödev yok, adalet yok, millet uykuda, demokrasi de yok. Ne acıdır ki okumuşlar uyuklayarak seyrediyorlar. Onlar kendilerini düşünüyorlar, yaratmanın peşinde değiller, hazıra konmanın, yandaş olmanın peşindeler. Dün hekimlerin ve üniversitelerin saygınlığı ayaklar altına alınmıştı, şimdi de ülkenin saygınlığı ayaklar altında. Artık yeter seyretmeyin bu ülkeye son hizmet şansını yitirmek istemiyorsanız aynaya bakın kendinizle tanış olun.
Yapamadıklarımız;
1. Ankara’da, İstanbul’da, İzmir’de uluslararası standartlara sahip araştırma merkezleri kurmayı amaçlıyorduk. Bilim gözlemle, deneyle bilgi üretebilir. Bilimde ileri gitmiş ülkeler temel bilimlerde hızla ilerlerken biz olup biteni anlamakta sıkıntı çekiyoruz. Çünkü anlamıyoruz, bu nedenle de önemsiz ve küçük görüyoruz. Bilimden korkuyoruz, inanç sistemimizi rahatsız eder diye. Maalesef bunu gerçekleştiremedik nedenini hepiniz biliyorsunuz, “o araştırma yapamıyorsa kimse yapmayacaktır anlayışı”. Gelecek kuşakların bir gün bu merkezleri açacağına olan inancım tamdır.
2. Türkçe konuşan ülkeler topluluğunu bilim şemsiyesi altında toplayıp müşterek projeler gerçekleştirmek, yaptığımız her projede onların da yer almasını sağlamak. Yani dilde birlik, işte birlik, düşüncede birlik hedefimiz. Bu konuda da başarısız olduk, nedeni de “Non-Profit” organizasyon kavramının ne olduğunu algılayamayan yaklaşımlar.
3. Bu büyük bir hayaldi ama gerçekleşmesi o kadar da zor değildi. Birkaç kişiye açıldım önce, akılları durdu bir daha da çalışmadı.
Bu ülkede yüzlerce üniversite kuruyorsun, işler çağcıl yürüyeceğine çağ dışı yürüyor yani devletine doğru dürüst bürokrat bile yetiştiremiyorlar. Halk zaten okumuşu, çağdaşlaşmışı dışlıyor. Ne diye mi? İnançsız diye. Çünkü halk çok inançlı, kendini kandırınca başkasını da kandıracaklarını sanıyorlar. Üniversite toplumla, şehirle kader birliği yaparsa yüceliyor, yoksa üniversite olmaktan çıkıyor. Üniversitenin yapılması bilimseldir, çağcıldır. Buna halk ve şehir ayak uydurmak durumundadır. Yoksa orada bilim yapılamaz. Halk özgürlükten yana değilse, şehir özgürlüğü tolere edemiyorsa orada üniversite nasıl özgür olabilir? Özgür olmayan üniversite de üniversite olmaz. Bu nedenle üniversitelerimize pusula görevi yapabilecek, yurt dışındaki üniversiter yapıların kurulmasını gündeme taşımayı hayal ettik. Boston, New York, San Fransisco, Londra, Cambrige, Liverpool, Paris, Lyon, Berlin, Münih, Roma’daki gibi, uluslararası standartlarda, ülkelerin yasaları ve imkânlarıyla, neden dünyanın en iyi üniversitelerini kuramayalım? Oradaki üniversiteler elbette ki buradaki kafa ile olamaz, onun için o ülkelerdeki en iyi bilim adamlarının katkı, destek ve öncülükleriyle gerçekleşebilirdi. Bu konu gönüllü kuruluşların gündeminde olmalıdır.
Bu konuda bilim tutkunu hümanist insanların bir araya gelmesi gerekiyor. Bu ülkenin gücünün bunu gerçekleştirebileceğine ben inanıyorum. Para eğitime yarar. Bizim insanımız isterse karanlığı yıkabilir yeter ki güvensin. Bu proje de gelecekte kesinlikle gerçekleşecektir. Fuzuli diyor ki “Söylesem faydası yok, sussam gönül razı değil” ben de diyorum ki “Yazsam okuyan yok, yazmasam anlayan yok”.
Bu toplumda “gönüllü kuruluş” kültürü oluşmamıştır. Bu nedenle gönül birliği olan insanlar bir araya gelirse zaman içinde bu kültür gelişebilir. Bu toplumda kişisel çıkarlara bağlı ilişkiler süratle gerçekleştirilebilmektedir. Bu toplumda muhafazakâr kesim gönüllü kuruluşlarda daha başarılı çünkü onlar cennetin anahtarının peşinde. Bilimden yana tavırlı olması gerekenler ise olup bitenin farkında değiller, yani cahiller ve kişisel çıkarlarının peşindedirler. Bir toplumda herkesin fedakârlıkta bulunacağını düşünmek ve böyle bir beklentide bulunmak yanlıştır. Ama bu özveriyi ortaya koyan insanlara karşı tavır koyup biz yapmıyoruz siz de yapmayın demek etik değil. Ben ülkenin çağdaş çizgide olan insan gücünün bu ülkeyi ayakta tutan ve ülkenin saygınlığını devam ettiren kaynak olduğuna inanıyorum. Bu kesimin isterse dünyada ses getirecek Türk evrimini yaratabileceğine inanıyorum. Evet, artık bizden öğrenin diyebilirler. Onların maddi olanaklarını da ortaya koyabileceklerine inanıyorum. Hala başkası yapsın bizde geçiniriz anlayışı yanlış ve tehlikelidir.
Bu ülkede doğa için, insanlık için, bilim için gereken her türlü maddi-manevi desteği vermiş iş adamlarımız, varlıklı ailelerimiz vardır. Bunlar halkın da desteğini alarak ülkemizde ve yurtdışında üniversite açmak için vakıf, kooperatif, şirket gibi kurumları yaşama geçirebilirler. Farkındalık önemlidir, mevcut yapı gerekli aydınlanmayı sağlayamamaktadır. Bu ülkede hakkı, hukuku yenen insanımıza hizmet için kendini feda eden hekimlerimiz ve bilim adamlarımız isterlerse bu ülkede her şeyi gerçekleştirebilirler. Özellikle bilime tutkulu iş adamlarımızın bilimden yana tavır koymaları tüm sorunların aşılmasına öncülük edebilir.
Ne felaket yaşıyorsak arkasında da, önünde de, altında da, üstünde de kapkara cehalet var. Az gittik, uz gittik, dere tepe düz gidemedik, nedense hep yarı yolda kaldık. A Özden |
İlim kültür deryasına dalalım Çevremize bakıp ibret alalım Kendi yaramıza derman bulalım Hepimiz bu yurdun evlatlarıyız
Vatan bizim, ülke bizim, el bizim Emin ol her çalışan kol bizim Ay yıldızlı bayrak bizim Söyle Veysel öğünerek överek , Aşık Veysel |
“Tüm felaketlerin sorumlusu cehalettir, asla kader değildir. Toplumlar kaderlerini kendileri belirler. Akademik cehalet felaketlerin kaynağı olmuştur. Cehaletin yarattığı akıl durgunluğu sendromu ivedilikle tedavi edilmelidir. Bu kronik bir hastalıktır. Aynı peptik ülser hastalığı gibi tedavi edilmelidir.” A Özden |
Not: Bu yazının tamamı TGV “Güncel Gastroenteroloji Dergisi”nden okunabilir.
Prof.Dr. Ali Özden’in özellikle başta Azerbaycan olmak üzere bağımsız Türk cumhuriyetlerindeki konuşmalarında Türk dünyasına ve o dünyanın akademisyenlerine ve gençlerine verdiği mesaj… Özellikle Türkçe konusuna çok önem verirdi… |
Prof.Dr. Ali ÖZDEN; Bu diyarın son devrimcisi… 1942 - 30 Ağustos 2020 |
Bazı insanlar farklıdır, özeldir. Bu hemen kendini belli eder. 1986-2020 yaklaşık 35 yıllık Gastroenteroloji-Hepatoloji kariyerimde tanıdığım, gerçekten en “nevi şahsına münhasır” karakter idi Ali hoca. Doğru söyler, doğru olduğuna inandığını söyler, çekinmeden söyler, kim ne diyecek diye takmadan söyler, arada bir de “anlatabildim mi” der… Sevgili Hakan Bozkaya’nın bu anlatabildim mi ile ilgili felsefi yorumunu izni ile burada kullanmak istiyorum. Hakan hoca çok özgün bir bakışla şöyle yazmış;
“ANLATABİLDİM Mİ? O’nun, “daimon”ının sesi böyle çıkıyordu: “anlatabildim mi?” Bir soru değil, bir çağrı, işaret eden bir çağrı. İşaret edilen ve değişen şeyler “gösterilen” iken, çağrı “gösteren”e aittir. O, “gösteren” , Lacan’ın iktidarıdır! Bir sorudur ama gizli emir kipine sahiptir. Anlatabildim mi? derken anlamam gerektiğini ve bunda ısrarlı olduğunu belirtir ve benim üzerimde bir egemenlik kurar. “Anlatabildim mi?”. Bu, öyle tebessüm ederek hatırlanacak bir laf, geçmişin hoş bir sedası değil, büyük hoca’nın cin’inin sesidir. Unutulmayacaksın Ali Özden hocam”. Prof.Dr.Hakan Bozkaya *Daimon: Mitolojik olarak insanla tanrı arası bir varlığın adıdır. |
Prof.Dr. Ali Özden’in önderliğinde Türk Gastroenteroloji Vakfının 2010 yılında
Nahcivan’da düzenlediği Gastroenteroloji toplantımıza katılanlardan bir grup.
Prof. Dr. Ali Özden 30 Ağustos 2020 günü hayata gözlerini yumdu. Zafer bayramında uçmağa vardı. Nurlar içinde yatsın. Ali hocanın maalesef uzun süredir beklemekte olduğumuz ölüm haberini alınca geçmiş yılları düşündüm. Hem Türkiye’deki özellikle son 15 yıllık çalkantılı dönem, Gastroenteroloji camiasını da etkileyen olumsuz (son yıllarda normalleşen) gelişmeler, hem de öte yandan bağımsız Türk devletleri ile olan ilişkilerdeki düşe kalka ilerlemeler ki bu iki ayrı konu Ali Özden hoca olmadan konuşulamaz, tartışılamaz ve tam olarak anlaşılamaz ve aynı zamanda bizim (kişisel olarak benim) ortak değerlerde buluştuğumuz ana meselelerdi.
Kastettiğim ortak değerler dürüstlük, çalışkanlık, üretkenlik, demokrasi, adalet-hukuk ve laiklik inancımız, ehliyet ve liyakata önem veren bir üniversite yapısı ve ülke yönetimi gibi her namuslu aydının yanında durması, savunması gereken olmazsa olmaz temel ilkeler ve kavramlardı. Aramızda fikir ayrılıkları vardı, hatta çoğu kez tatlı sert tartışmalarımız da olmuştu… Hatırlatmak isterim ki bu tartışma ortamını yaratan ve olmasını sağlayan, izin veren Ali hocanın (unutmayın o bir “daimon” demiştik) gençlere verdiği önem ve tartışılmaz demokrat kişiliği idi.
Ali hocanın büyük emekleri ile hazırlanan ve altın değerinde bir belgesel kitap olan Türkiye’de Gastroenteroloji disiplininin gelişmesi ile ilgili TGV yayınını hocama imzalattığımda şunları yazmıştı; “Son devrimciden değerli kardeşim Yılmaz Çakaloğlu’na sevgilerle”… Bunu ben istemiştim. Buradaki son devrimci benim gözümde son efe, son komitacı, son demokrat, sonsuz ulusalcı ve yurtsever gibi daha birçok sıfatı kapsayan bir söz idi. Görünürde ve ön görülebilen gelecekte böyle birisi yok… Muhtemelen olmayacak da!... Bunları düşünürken aşağıdaki satırları yazdım bir taraftan, Ali Özden hocamıza ithafen…
BİR DELİ RÜZGAR (Prof.Dr. Ali Özden anısına)
Bir deli rüzgar,
Dipdiri, inanç dolu
İnanmak, hayal etmek ve
Her konuda zor adamdı
|
Ya 30 Ağustos dedi, ya da 29 Ekim.
Daha dün seni andık hocam
Güle güle Ali hocam Ruhun şad olsun, büyük adam. Prof. Dr. Yılmaz Çakaloğlu, 30 Ağustos 2020 |