KAHVE DEYİP GEÇMEYİN…
Dr. Karabet Yayla
‘Bir kahvenin kırk yıl hatırı vardır’ derlerdi büyüklerimiz. Her mahallede kahveler vardı. Kahvelerin bir kültürü vardı. Avrupa’da her mahallede buna benzer birahaneler vardır, akşamüzeri açılır, mahalleli insanlar burada toplanırlar, yerler, içerler, oyun oynarlar. Bizim kahve kültürümüzün bir benzeridir.
Malatya ‘da çocukluğumuzda altı kol üçlü oynardık. O zamanlar televizyon yoktu. Aile büyükleri oşkin oynardı, her liseli öğrenci tavla bilirdi. Üniversite yıllarında Cerrahpaşa Tıp Fakültesinin karşısındaki kahve çok meşhurdu. Boş zamanlarda maça kızı, king, briç oynardık. Okulun kantininde satranç vardı.
Üniversiteyi bitirdikten sonra Avrupa’ya gittim. Kısa zaman sonra şehrin meydanlarında kurulan satranç maçlarına katıldım. Satranç oynamayı Beyazıt Marmara kıraathanesinde üstatlardan öğrenmiştim. Bir öğle saati meydanda satranç oynadık. Rakibim Aalmandı, ben Türk. İyi bir oyun çıkardık, maçın bitiminde bir Alman yetkili yaklaşıp nerede oturduğumu sorup, cebinden çıkardığı kağıda bir yazı yazıp bana verdi. Beni satranç kulübüne yönlendirmiş. Ertesi gün gittim, bir iki maç yaptıktan sonra şehrin satranç takımına transfer ettiler. Tüm maçlarımı kazandım. İki ay sonunda çok geniş bir Alman çevre edindim. Satranç bir lisan kadar önemli ve kendine has kültürü olan bir oyundur.
Bir gün Köln ‘de satranç meydanında maç izlerken, doğulu bir Türk vatandaşımızın ilgi ile satranç maçını izlediğini gördüm. Yanına gidip ‘bu dama değil ‘dedim. ‘Biliyorum’ diye cevapladı. Maça davet ettim, birlikte oynadık, rakibimi küçük gördüm ama maçı kaybettim. Tebrik ettikten sonra nerede öğrendiğini sordum. ‘Biz Ağrı’da her kahvede satranç oynarız’ dedi. Öyle bozulmuştum ki…İki üç ay sonra meydanda tekrar maç yaptık, ben kazandım da, kimseyi hafife almamak gerekir diye ders aldım.
Beyazıt Soğanağa’da İçim kıraathanesi vardı. Öğrenciliğimizde Malatyalı arkadaşlarla orada buluşurduk. Askerlik için bir aylık eğitim sonucu Tabip Asteğmen olarak Burdur’a tayin oldum. Burdur Orduevine gittim, bahçede oturup bir çay söyledim, ileride üç sivil yaşlı adam ve çalışan erler vardı. Sivillerden biri ‘Asteğmen’im briç biliyor musun’ dedi. Ben de hem briç hem de satranç bildiğimi söyledim. ‘Öyleyse orada ne oturuyorsun yanımıza gel’ dediler ve kare tamamlanmış oldu. Oturuş o oturuş her gün mesaiden sonra briç oynayarak çok rahat bir askerlik yaptığımı söylemeliyim. Yarbay ve binbaşı rütbeli komutanların Başhekim ve Sağlık Şube Müdürlüğü yaptığım dönemde bana çok yardımları olmuştur. Briç oyunu bir kültürdür ve lisan kadar değerlidir.
Burdur’da hiç tanıdığım yoktu, küçük bir şehir ve bana tamamen yabancıydı. Şehri gezdim, sağa sola bakındım ve nihayet meydanda, yükselen bir binanın en üst katında ‘Tıp ve Hukukçular Lokali’ yazan bir tabela gördüm. Lokale çıktım, günlerden pazardı. Koca lokal tıklım tıklım kalabalık, her tür oyun oynayan vardı lakin hiç tanıdık yoktu. İlerde iki kişi tavla oynuyordu, boş bir sandalyeye oturup izlemeye başladım. Onlarla konuşmaya çalıştım, şöyle oyna böyle oyna derken oyuncunun biri oyunu bozdu bana dönüp ‘sen gel, dışardan konuşmak nasıl gör’ dedi. Benim istediğim de buydu. Tavla oynamaya başladık. Zarı atıyorum Malatya‘dan çıktım. İkinci zarı atıyorum Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, her zar atışta İstanbul, Almanya, Çınar otel diyorum. Bir ara etrafımız insanlarla doldu, herkes bu maçı izliyordu, maç da güzel bir maçtı. Bu arada arkamdan bir ses hangi mahallede oturduğumu sordu. Malatya Salköprü mahallesi dedim. Kaç numaralı evde oturduğumu sorunca ayağa kalkıp arkamı döndüm, genç bir adamdı. ’38 numara ‘dedim. ‘Beni tanıdın mı’ diye sordu. Tanımamıştım. ‘Sizin bakkalınız kimdi?’ dedi. Salih amcaydı dedim. ‘Ben onun oğluyum’ dedi. Nasıl kucaklaştığımızı bilemezsiniz. Burdur artık cennet olmuştu. Tavla ayrı bir kültürdür.
Kahvehane kültürü bitti genç müşteri yok, kahve müşterileri hastalanıyor, gidenlerin yeri boş kalıyor, kahveler bir bir kapanıyor. Kahvecilik mesleği devrini tamamladı. Artık kahvenin bir yıl bile hatırı yok. Kahve çeşidi artınca büyük mekanlar ama oyunsuz sanal dünyalara selam olsun.
Bu yıl bu yazıyı yazdıktan sonra Covid 19 virüsü çıktı, tüm kültürler değişime uğradı ama kahvehane kültürü bitti. Kahvehanesiz günlere selam olsun.
Biz gene de kahvenin ve kahvehanenin (kıraathane) kıymetini bilelim ve yazımızı “Gönül ne kahve ister ne kahvehane gönül sohbet ister kahve bahane” özlü sözü ile veda edelim.
5 ARALIK DÜNYA TÜRK KAHVESİ GÜNÜ – Washington’da İlan Edildi… |
|
Washington Belediye Başkanı Muriel Bowser, Türk kahvesinin bilinir-liğini artırmak ve kahve seven top-lumları birbirine yakınlaştırmak amacıyla kurulan “Turkish Coffee Lady Vakfının” girişimiyle 5 Aralık'ı 'Dünya Türk Kahvesi Günü' ilan etti.
Bowser, Vakıf tarafından yarın düzen lenecek Türkiye ve ABD'den katılım-ları kapsayan “Dünya Türk Kahvesi Günü" sanal etkinliğine resmi bir beyanname ile kutlama mesajı gön-derdi. Mesajda Bowser, Türk kahvesinin 500 yıllık bir kültüre sahip olduğuna dikkati çekerek söz konusu vakfın faaliyetlerinin toplumlar arasındaki dostluğu kültürel diplomasi ile pekiştirmeyi amaçladığını aktardı. Bowser, “Washington’da yaşayan 706 bin kişi adına, Turkish Coffee Lady Vakfına bu zengin geleneği paylaştığı ve kültürlerarası köprüler kurduğu için teşekkür ediyorum” ifadelerini kullanarak 5 Aralık'ı "Dünya Türk Kahvesi Günü" ilan ettiğini duyurdu. |
|